Milyonlarca yıl boyunca süren büyük sessizliğin iyi bir sebebi olabilir. Yaşadığınız şehirde güzel bir gece var. Serin rüzgar ve binalardan aşağı doğru damlayan puslu ama zayıf sokak ışıklarıyla parlak ay ışığı birbirine karışmış durumda. Rahatsız edici sessizlikte yürürken boş yollardan geçerek eve doğru yürüyorsunuz. Derin gece; tehlikeli insanların kurban aramak için çıktığı uygun bir zaman. Sokağın hemen aşağısında duran başka bir kişinin tanıdık figürünü görebilmek kalp çarpıntısına neden olacak kadar güçlü. Sadece yıldızların manzarasının tadını çıkarıyordur ya da aklında daha sinsi bir planı vardır; niyetini anlamanın net bir işareti yok. Sokak lambalarının altında yürümek dikkatleri kendinize sürüklüyor. En güvenli alternatif, gün ışığı ortaya çıkana kadar karanlıktan uzaklaşmak ve en kötüsünü varsaymak olabilir. Ancak yaşadığınız şehir ile her şeyi içeren evren arasında bir fark var: Evrende gün ışığı tehlikeli sokakları doldurmayacak, gidecek kilitli bir ev veya yardım isteyecek herhangi bir polis olmayacak. Yalnızca dünya dışı medeniyetler ve tehlike potansiyeli vardır. Bir bütün olarak gezegenimiz adına kim karar verebilir? Dünya dışı medeniyetleri ararken belki bizden daha akıllı ve iyi bir toplum bulacağız; belki de daha tehlikeli. Gece gökyüzüne bakan herkesin muhtemelen kendisine sorduğu basit bir soru, Amerikalı- İtalyan fizikçi Enrico Fermi tarafından 1950 yılında bir öğle yemeği sırasında gündeme geldi: Herkes nerede? (Jones,1985) Başka bir deyişle; büyük bir evrenin içerisinde olduğumuz halde neden Dünya dışında hiçbir yerde yaşam belirtisi göremiyoruz? İstatistiksel matematikte önemli başarılar elde eden ve nötrinonun varlığını ilk kez ortaya atan Fermi, aynı zamanda dünyanın ilk nükleer reaktörü olan Manhattan Projesi’nde önemli bir rol oynadı (Wilson,1968). 1938’de Nobel Ödülü alan Fermi, yetersiz verilere sahip zor sorular karşısında hesaplamalar yaparak etkili yanıtlar tahmin etme becerisiyle ünlüydü. Bilinen bir örnekte; ilk nükleer patlama testinin yarattığı gücü, küçük kağıt parçalarını düşürerek ve bunların havada ne kadar yol aldıklarını izleyerek tahmin etti. Bu yöntem, patlamanın sonucunda oluşan hava basıncı farklılığını hesaplamasını sağlıyor; böylece salınan net enerji miktarına veriyordu. Patlamanın 10 kiloton TNT’ye eşdeğer olduğuna dair kaba tahmini, 18.6 kilotonluk gerçek rakamdan çok da uzak değildi (Baeyer&Christian,1988).
Dünya dışı yaşam sorununa yöneldiği teknik bunlardan biriydi.
Argümanı şu şekilde çalışır:
Samanyolu, yüz milyarlarca yıldızı kapsar ve bu yıldızların milyarlarcası Güneş’e eştir.
Bu yıldızlardan kimilerinin Dünya’ya eş gezegenlere sahip olması muhtemeldir.
Kopernik prensibi ile Dünya’nın özel bir cisim olmadığını varsayarsak; o halde Dünya benzeri gezegenlerin bazılarında zeki yaşam formunun olması gerekir.
Bu zeki yaşam formlarından bazıları ileri boyutta teknolojiye ve hatta yıldızlararası seyahat imkanına sahip olabilir.
Yıldızlararası seyahat uzun bir zaman alacaktır; ancak milyarlarca yıl daha yaşlı olan Güneş benzeri birçok yıldız olduğu için böyle bir yolculuk uzun zaman önce gerçekleşmiş olabilir.
Bütün bunlar göz önüne alınırsa; neden herhangi bir uzaylı izi göremedik veya göremiyoruz? Herkes nerede?
Öğle yemeğinde bulunanlardan biri olan Herbert York’a göre; Fermi bu iddiayı bazı kaba hesaplamalarla desteklemiş, ancak sorun ciddiye alınmamıştı (Jones,1985). Bu görev, 1975’te yayınlanan bir makalede daha titiz hesaplamalar yapan astrofizikçi Michael Hart’a bırakıldı. Argüman Fermi’ye ait olsa da ortaya çıkan olasılıklar sonsuzdu (Hart,1975):
Evrende yalnızız. Dünya bir gezegen olarak benzersizdir ya da yaşam formu açısından benzersize yakındır.
Büyük ölçekli yıldızlararası yolculuk imkansızdır. Dolayısıyla Dünya dışı yaşam formları bize ulaşamaz ya da biz onlara ulaşamayız.
Dünya dışı zeki medeniyet; nükleer silah, yapay zeka veya küresel ısınma gibi bir tehlike sonucunda kaçınılmaz olarak kendisini yok etmiştir.
Dünya dışı medeniyetler için doğru türden işaretler aramıyoruz. Uzaylıların varlığını tanımamız mümkün değildir.
Dünya dışı zeki medeniyetler, gezegenimiz galaktik topluluğa katılmaya uygun duruma gelene kadar bizi maksatlı olarak karanlıkta tutmaktadır.
Dünya dışı medeniyetler henüz gelişmemiştir. Dolayısıyla insanlık ile iletişim kurmaları milyonlarca yıl alabilir.
Olası cevaplar sonsuzdur ve spekülasyonlar şüphesiz uzaylıları bulana kadar devam edecektir.
Dünya dışındaki gezegenlerde uzun zamandır yaşam belirtileri aramaktayız. Goldilocks’un insan yerleşimi için uygun gördüğü alanları hesaba katarak milyonlarca olası yaşanabilir gezegen olduğunu tahmin etmemize rağmen henüz somut bir başarı elde edemedik (Muir,2007). Üstelik yaşam olasılığı olabilecek gezegenlerde hiçbir işaret yok. Bu durum, evrendeki aktivite eksikliğinin nedeni konusunda merak uyandıran spekülasyonlara yol açmıştır. Muhtemelen en korkunç tahmin ise Büyük Filtre teorisidir (Hanson,1998; Bostrom,2008).
Filtre, bir varlığı veya faaliyeti nitelendiren bir engeldir. İki türü vardır:
Evren etrafındaki yaşamın karmaşık bir süreç olduğunu varsayarsak, yaşamın oluşması için gerekli koşulların hizalanması o kadar nadir ve zor bir olaydır ki; gezegenimiz bunu doğru yaptığı için oldukça şanslıydı (Lloyd,2013). İnsanlık sadece bir tesadüf eseridir. Bu nedenle evrende yalnızız ve gönderdiğimiz sinyalleri alacak kimse yok.
Her şeyi izleyebilen, teknolojik açıdan belirli bir eşiği geçmiş ve tüm evreni ortadan kaldırabilecek güce sahip daha gelişmiş bir medeniyet vardır. Öyleyse henüz diğer uygarlıklara ait herhangi bir yaşam izi bulamamamızın nedeni; Kardaşev ölçeğinde Tip3 seviyesindeki bir medeniyetin, evreni düzenlemeyi kendi üzerlerinde görmesidir. İnsanlık olarak uzun bir genişleme ve büyüme döneminden sonra hasat edilmeliyiz (Baum,2010). Kaynakları harcarken ve insan popülasyonunu terminal dönemin ötesine iterken; bir laboratuvardaki fareler gibi izleniyoruz (Landis,1998).
Bu teori; çoğu din ve grup tarafından, insanlığın elçisine veya yargı kararının son gününe oybirliğiyle inanarak desteklenmektedir. Belki de din adamlarının bahsettiği kıyamet ve yargı günü, çok daha gelişmiş bir medeniyetin daha az gelişmiş bir medeniyet üzerindeki teknolojik soykırımıdır. İnsanlık tarihinde bu davranışa kanıt olabilecek binlerce olay vardır. İngilizler bu davranışı beyaz adamın barbarları medenileştirme yükü olarak (Mitchell,1991); İspanyollar ise Amerika’nın yerlilerini kurtarmak için planlanan bir görev olarak gördü (Burkholder&Lyman,1943). Ancak tüm kurtuluş misyonları ırkların neredeyse yok olmasına sebep oldu. Bu yüzden çok daha yüksek bir medeniyet, galaksiyi daha düşük seviyeli medeniyetlerden kurtarmak istiyor olabilir.
Galaksideki kısmi alanımızın etrafında 2 veya 3 medeniyet olduğunu varsayalım. Var olmaları dışında bu medeniyetler hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Bu durumdan ne çıkarabiliriz?
Her şeyden önce hayatta kalmak istiyorlar. Onlar için hiçbir durum gezegenlerinin veya türlerinin yok edilmesinden daha tehlikeli olamaz.
Göreceli hızlarda, örneğin ışık hızında seyahat edebilen herhangi bir medeniyet; gezegenimizi yok edecek teknolojiye zaten sahiptir. Yapmaları gereken tek şey; ağır silahları göreceli bir hızda hızlandırmaktır.
Diğer medeniyetler de bu varsayımları yapmaktadır. O halde hayatta kalmak istiyorlar ve insanlığın da hayatta kalmak istediğini biliyorlar.
Bilmediğimiz şey; dünya dışı medeniyetlerin ne kadar agresif olduğudur. Ayrıca yıldızlararası mesafelerde diplomatik bir diyalog neredeyse imkansızdır. Peki biz hangi konumdayız? Saldırgan olduklarını varsaydığımız için dünya dışı yaşam formlarını aramıyor muyuz; yoksa saldırgan olduğumuzu varsaydığımız için onları rahat mı bırakıyoruz? Tehlikeli olan taraf dünya dışı medeniyetler ise; biz saldırmazsak onlar bize saldırabilir. Bu olasılık milyonda bir bile olsa, zarın bir tarafı insanlık için yok oluş demektir. O halde kendimizi güvende hissedebilir miyiz?
Ancak mantık felsefesinin çelişmezlik ilkesinden gelen bazı göstergelerimiz var. Dünya dışı medeniyetler de bizi değerlendiriyor ve insanlığı yalnız bırakmanın güvenli olup olmadığını merak ediyorlar. Güçlü silahlar üreterek bizi ortadan kaldırmayı planlıyorlar mı? Kendilerini güvende hissediyorlar mı?
Böylece iki tarafın da aynı soruları sorduğunu biliyoruz. O halde cevaplar da aynıdır:
Oyun teorisi esastır. Onları tespit ettiğiniz anda onlara saldırmalısınız. Onlar geliştikçe size saldırmak için hazırlanacaktır. Gerçekten hayatta kalmak istiyorsanız; diplomasinin imkansız olduğunu bilerek önce sizin zarar vermeniz gerekir.
Büyük sessizlik esastır. Radyo frekanslarının iletimini durdurun. Herhangi bir radyoaktif işaretle antimadde roketleri göndermek gibi çılgınca bir şey yapmayın. Sadece saklan ve sessiz kal.
Evrenimizin bu kadar sessiz olmasının en güçlü olası nedeni fazlasıyla korkutucudur: Çok yetenekli bir katil olmadıkça intihar etmemek.